MİNARELERİN GÖLGESİNDE
Göreme’nin Kalbinde Bir Huzur: Halil Ağa Camii
“Her camide biraz kendimi, biraz da Rabbime olan yakınlığımı buluyorum.”
Öncelikle ilk yazıma “Selâmün aleyküm” diyerek başlamak istiyorum.
Ben, camilere daima ilgisi olan biriyim. Onların gölgesinde yürümek, kubbelerinin altında dua etmek, taş duvarlarına sinmiş sessizliği dinlemek beni tarif edemeyeceğim kadar huzurlu kılıyor. Her bir caminin kendine has bir ruhu var. Kiminde geçmişin izleriyle hüzünleniyor insan, kiminde yoğun maneviyat hissediyor, kiminde ise çocukların sesiyle dolup taşan bir sevinç. Her cami başka bir hâl, başka bir hikâye anlatıyor.
Bir gün yine “cami gezisi” niyetiyle evden çıktım. Aslında hedefim farklı bir camiydi, ama yollar beni Halil Ağa Camii’ne götürdü. Bazen insan bir yeri bulmaya çalışırken, aslında nasibindekine yönelir. Öyle de oldu.
Daha uzaktan gördüğümde bile zarifçe duran köşk minaresinin yapısı, taş duvarlarının sade ama vakur duruşu dikkatimi çekti. Yaklaştıkça sessiz bir ihtişam sardı etrafı. Bahçedeki birkaç kabri görünce kalbime garip bir merak düştü; o kabirlerin kimlere ait olduğunu, burada nasıl bir tarih yaşandığını düşündüm. Ve sonra yavaşça içeri adım attım.
Bahçesi geniş, çiçeklerle dolu, kuş sesleriyle canlanmıştı. Rüzgar hafifçe taş duvarlara çarpıyor, sanki yüzyılların duasını fısıldıyordu. İçeri girdiğimde, beni öyle hoş bir koku karşıladı ki… İlk defa bir caminin bu kadar güzel koktuğuna şahit oldum. O koku, sanki ibadetlerin, duaların ve huzurun kokusuydu.
Gözlerim etrafı gezdiğinde taş kemerler, minik pencerelerden süzülen loş ışık, sütunlardaki el emeği oymalar göz kamaştırıyordu. Her bir taşın, her bir çizginin ardında bir dua gizli gibiydi. 1254 yılında inşa edilmişti Halil Ağa Camii. Bu bilgi bile içimi derin bir saygıyla doldurdu. Yan tarafında ecdadın yaptırdığı eski değirmen hâlâ dimdik duruyordu; adeta “Ben de bu tarihin şahidiyim.” der gibiydi.
O gün hava sıcaktı ama caminin taş duvarları öyle bir serinlik veriyordu ki, sadece bedenimi değil içimi de serinletti. Oturdum, sessizce etrafı seyrettim. Ve o anda ezan sesi yankılandı. O anın duygusu kelimelere sığmaz… Ezanın yankısı taş duvarlardan yavaşça yükseliyor, kubbede toplanıyor ve kalbime işliyordu. Hemen kalkıp cemaatin arasına katıldım. O vakit namazında hissettiğim huzur, kalbimin bir yerine mühür gibi kazındı.
Kadınlar kısmı da bir o kadar kuşatıcıydı. Sanki sıcak bir dua örtüsü gibiydi üzerimde. Namaz bitince hemen çıkamadım; oturup bir süre sessizliği dinledim. O sessizlikte bile bir konuşma vardı, bir çağrı: “Yaklaş, hisset, hatırla.”
Cami, turistlerin yoğun olduğu bir bölgede. Kalabalığın, gürültünün, telaşın içinde öyle dimdik, öyle vakarlı duruyordu ki… Sanki herkese “Ben burada yıllardır Allah’ın adını haykırıyorum.” der gibiydi. En çok hoşuma giden şeylerden biri de camide turistlere özel hazırlanmış İslâm tanıtım paketleri vardı. İçlerinde, gelen kişinin dilinde Kur’an meali, “İslâm nedir?”, “Hz. Muhammed kimdir?” broşürleri, mis kokulu misk ve şeker bulunuyordu. Bu zarif düşünce, İslâm’ın inceliğini anlatıyordu aslında: Bir gülümseme kadar nazik, bir dua kadar derin.
Orada daha uzun kalmak, biraz daha o atmosferin içinde soluklanmak istedim. Ama içimde bir ses vardı: “Yolun bitmedi, daha tanıyacağın, hissedeceğin çok cami var.”
Camiler bana hep hem huzuru hem de hüznü bir arada hissettirir. Rabbimizin beş vakit davetine icabet ettiğimiz bu güzel mekânların, vakit dışında sessiz ve boş kalması beni düşündürür. Oysa camiler sadece ibadet mekânı değildir; orası aynı zamanda hayatın kalbidir. İlmin, iyiliğin, kardeşliğin, merhametin yeniden filizlenebileceği bir yerdir. Eğer biz o ruhu yeniden yaşatırsak, camiler sadece taş binalar değil; yeniden dirilen kalpler olur.
Halil Ağa Camii’nden ayrılırken içimde tarifsiz bir his vardı. Sanki bana bir görev yüklenmiş gibiydi. “Artık daha fazla anlatmalısın, daha çok kişiye ulaşmalısın.” diyordu içim. Belki bu camiyle karşılaşmam, bir tesadüf değil, bir manevi davetti.
O günden sonra İslâm’ı anlatma gayretim daha da arttı. Dil öğrenmeye karar verdim; çünkü anladım ki bir kelime bazen bir kalbi değiştirir. Bir tebessüm, bir dua bazen bir gönlü kazanır.
Rabbim gayretimizi, imanımızı ve şuurumuzu artırsın.
Selâmetle, Allah’a emanet olun.
Yazar Notu:
“Her cami bir dua gibidir; içine giren huzur bulur, çıkan düşünür.”
Cami gezilerim boyunca anladım ki taşların, minarelerin, kubbelerin ötesinde bir ruh var orada: Allah’a yönelmenin huzuru.
Dua ile:
Allah’ım, kalplerimizi camiler gibi nurlu, niyetlerimizi ezanlar gibi samimi eyle.
Bizi, her adımıyla hayra vesile olanlardan eyle. Âmin.
Ayetle Bitiş:
“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yolda olanlar onlardır.” (Tevbe Sûresi, 18. Ayet)