İMBİK – Nuri Ercan – Tandır Günlüğü
Künde tandır yanardı, künde. Deden camiye gitmeden uyandığımızdan diri olurduk. Kayınbabam zabah namazına hazırlanırken biz de ona yardım iderdik. Abdes suyunu aşşada desdilerden ıbrığa doldurup hazır iderdik. Abdes alınca peşkirini dutardık. Deden camiye gider gitmez nenengilinen oturdumuz yerden kalkıp ilk iş olarak âşamdan hazırladığımız saman torbasının baanı çözüp tandırın başına çekerdik. Fatik anan acık sona gelirdi. Her gün tandır erkenden yanardı. Yosam guşluk vaktine çorba yetişmez. Kışın böyle, yazın tallaya azzık gidecek.
Daha çok acele edilmesi lazım. Zabah erkenden tandırın yanması lazım. Tallada ırgatlar yemek bekler. Amma yazın tandır bizim işimiz olmadıından acık ırahat iderdik. Biz yazın tallaya gittiğimizden, Fatik anan tandırı yakardı. Biz Huriye karıdan yemeklerin bereketli olması için besmele çekmemiz ilazım geldiğini örendik. Tandır yahmak için dizliğimizi önümüze bağlayıp, tuturuğa kirbiti çakarken “bismillah” dirdik. Tandır yaktığımızda hayadı bir duman kaplar, bir duman ki göz gözü görmez. Hepimizin gözünden yaşlar inerdi. Zavallı Fatik anayın burnu da tutmazdı. Biz o haline üç elti için için gülerdik.
Hayadın puheresi yoodu. Amma iki yanı da açıhtı. Duman oradan gidinceye kadar olan bize olurdu. Tandır iyice alevlenip duman yoh olunca, saçma saçmayı azaltırdım. O zaman işte sacayağının üzerine tarhana çorbasının pahır tenceresini koyardım. Aşamdan ıslanmış taranayı içine döker karıştırmaya başlardım. Taranayı garıştırmazsan kesilir. Ben pahırı garıştırırken Pembiş nenen, Havana nenen de saa sola goştururlardı. Huriyana halan bekar gız idi. O da bizim istediklerimiz, gap gacak, gaşşık çömçe ne istersek şirahneli evden getirirdi. Mirem halan da güççükdü. Fatik anan bahamadıından iş bize düşerdi. Tandıra düşer neyder diye yanımıza yahlaştırmazdık onu. O da ööle sümüklü sümüklü aalardı saada solda.
Tarana çorbasının yanına bir pahır tencereye su doldurup, gününe göre nohut ya da apahla koyardık. Mercimek haşladığımız da olurdu. Fatik anan bazen pelte bulardı. Horanta çoh olduğundan pelteyi yarım desdilik alimiyon tencerede yapardı. Pelteyi bulayıp ilengerilere döktükten sonra Havana nenenle tencerenin dibini tahta gaşşıkla sıyırırdık. Nası datlı olurdu! Nohut ya da fasülle haşlanıncaya kadar kaynamasını beklerdik. Çorba pişip, öğlen ve aşam öyününe yemek olacak fasülle haşlanınca tandıra saçtığımız saçma ya da samanı iyice keserdik. Sona alev, elimizi yahmayacak bir hal alınca kap çapıdıyınan dutar yan tarafa indirirdik. Tarana çorbasının yağını tavada yakıp, üzerine yaprız dökerdik. Amma sade yağınan yaprızın kokusu hayadın her yanını sarardı. Bu kohu çok hoşumuza giderdi. Böle böle azıcık da gaynadıhtan sona tarana tenceresini de indirirdik.
Haşlanmış apahlayı süzüp tandır çölmânın içine goyduktan sonra içine soğanını doğrayıp közün içine koyup azını kapatırdık. Yarısı gırıh destinin içine goyduğumuz o gün kırılan gabaktan alınmış taze gabak çekirdani de tuzlayıp çölmân yan tarafına yerleştirmeyi unutmazdık. Havana nenen, Pempiş nenen ben, alevi iyice bitmiş tandırın üzerine kapağını elleşerek koyup tandırı kapatırdık. Soona üzerine bir çul atıp kürsüyü gererdik. Güzün çoluh çocuh oturup zabah çorbası içilirdi. Haa unutmadan söleyim fasülyenin yağı salçası öölene doğru katılırdı. Kışın iki öyün yendiğinden ikindinden sona akşam yemâni yirdik. Nebiiim valla o günler pek datlıydı, pek.
Anlatan: Nazmiye Ercan