LA HAVLE -Müslüman’a Yakışan Tavır/Abdullah Gülcemal

Cumhuriyet tarihinde bir dönem, “Mason” olmadık hiçbir kimse, Dışişleri Bakanlığı’na getirilmezdi!
Cumhuriyet dönemimde bir dönem “Mason” olmayan hiçbir kimse, İstanbul Valiliğine getirilmezdi!
Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, o dönemin İstanbul Valisi’dir. Hani, boyunun kısalığından dolayı, halkın; “Mini mini Valimiz, ne olacak hâlimiz?” diye tekerleme şeklinde söz ettikleri Vali Gökay…
Gökay’ın valiliği döneminde, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen, ilmiyle amil, ahlâkıyla kâmil, şahsiyet abidesi Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi de İstanbul müftüsüdür.
Vali Gökay, bir gün müftü efendiye telefon eder ve der ki:
“Müftü efendi, yarın şu saatte birlikte Fener Rum Patriğini ziyarete gideceğiz. Bilgin olsun!”
Bu emr-i vaki karşısında, zerre tereddüt göstermeyen müftü efendi anında cevap verir:
“Vali Bey, ben gitmem.”
Vali, “Israr edersem?” deyince, Müftü efendi;
“O zaman istifa ederim.” der.
Bu tavır karşısında, müftü efendinin kolay yutulacak bir lokma olmadığını anlayan Vali Gökay:
“Peki, biz sana gelirsek?” diye sorunca, Müftü Efendi de:
“Olur, buyurun!” der ve kararlaştırılan gün ve saatte görüşme gerçekleşir.
Yalnız, görüşmeden önce, Ömer Nasuhi Hoca, hademesini çağırır. Vali ve Patriğin geleceği saati dikkatli bir şekilde takip etmesini, onlar gelirken kendisine haber vermesini sıkı sıkı tembih eder.
Bir müddet sonra hademe heyecanla:
“Geliyorlar, Efendim geliyorlar” deyince, Ömer Nasuhi Hoca hemen odasından çıkar ve başka bir odaya geçer. Vali ve Patrik de gelir, müftünün odasına otururlar… Biraz sonra da Müftü Efendi içeri girer. Haliyle o girince Vali ve Patrik ayağa kalkarlar…
İşte bugün Müslümanlar olarak, makam-mevki sahibi bir Müslüman idarecide görmek istediğimiz basiret, irade, tavır ve duruş budur.
Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, bir gayrimüslimin ayağına gitmektense, istifa etmeyi tercih eden tavrını ortaya koyarak, hem İslâm’ın izzetini hem kendi şahsiyetini korumuş, onların karşısında ayağa kalkmamış, onları inancı için ayağa kaldırmıştır.
Demek ki, feraset sahibi bir mü’min olarak, her şeye Allah’ın nuruyla bakan bir âlimin basireti böyle keskin oluyor.
Çiçekteki koku ne ise, insandaki şahsiyet odur. Şahsiyetini kaybeden insan, toplumun dolgu maddesi olur.
Şahsiyet sahibi bir Müslüman; kimin arabasına binerse onun türküsünü söyleyen insan değildir.