KAPAK – Hayatın Gayesi Kur’an’ı Anlamak ve Yaşamak, Buna Engel Olan Dost Sanılan Şeytan/Süleyman Yavuz

Yüce kitabımız Kur’an’ın muhatabı bütün insanlar, gayesi de insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Bu gayeye ulaşabilmek, Kur’an’ı okumak, anlamak emir ve yasaklarına uymakla mümkündür. Bitmez tükenmez bir ilim, hikmet ve saadet kaynağı olan Kur’an, nuru ile alemleri aydınlatan, ruhlara şifa veren, akılları ve gönülleri aydınlatan yüce bir kitaptır. Bu itibarla hayatın manasını anlamamız, iyi bir mümin olmamız, hayatın çilelerini ve sıkıntılarını göğüsleyebilmemiz için Kur’an’a yönelmemiz ve ondan öğüt almamız gerekir.
İnsanlık ne zaman Kur’an’a yönelmiş, onu rehber edinmiş ise kişi ve toplum olarak huzura kavuşmuş, ileri medeniyetlere sahip olmuştur. Rabbi zül celal şöyle buyurur: “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra: 9). “Biz Kur’an’dan, müminler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an ancak zararını artırır.” (İsra: 82)
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah’ın Kitabı’dır. Semadan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim’dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün.” (Tirmizi).
Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.” (Tirmizi).
Nevvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Kur’ân-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve Âl-i İmran sureleri Kur’ân-ı Kerîm’in önünde yer alırlar.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir iki sure için üç teşbihte bulundu ki bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti: “Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış saflar halinde iki kuş sürüsü gibidirler.” (Tirmizi).
Kur’an ve peygamberden yüz çevirenlerin ahiretteki pişmanlıklarını ve buna sebep olan dostlukların durumunu ise Furkan suresi 26-30 arası ayetlerde Allah (cc) şöyle anlatıyor:
“O gün mülk Rahman’ındır. Bugün kâfirler için çok zor bir gündür. O gün zalim ellerini ısıracak, şöyle diyecektir: Ne olaydı, keşke ben de peygamberle beraber hak yolu tutsaydım. Vah başıma gelenlere! Keşke falanı dost edinmeseydim. Yemin olsun ki, bana öğüt gelmişken beni zikirden o saptırdı. Zaten şeytan insanı yapayalnız ortada bırakır. Peygamber: Ey Rabbim! Doğrusu kavmim, bu Kur’an’ı bırakıp terk etti, dedi.”
Bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi bir rivayete göre şöyledir: Ukbe b. Ebî Muayt, Peygamberimizin (sav) meclisinde sık sık bulunurdu. Ukbe, Peygamberimizi (sav) ziyafete davet etti. Peygamberimiz (sav) kelime-i şehadeti söylemedikçe yemeğini yemekten imtina etti. Bunun üzerine Ukbe kelime-i şehadet getirdi. Übeyy b. Halef, Ukbe’nin arkadaşı idi. Übeyy Ukbe’yi azarladı. Ona:
– Dininden mi döndün, dedi. Ukbe:
– Hayır, ancak benim evimde olduğu halde benim yemeğimi yemekten imtina etti. Ben de O’ndan utandım. Kelime-i şehadet getirdim, dedi. Bunun üzerine Übeyy:
– O’na gidip, ensesine basmadıkça ve yüzüne tükürmedikçe senden razı olmayacağım, dedi.
Ukbe, Peygamberimizi (sav) secde ederken buldu. Übeyy’in dediğini yaptı. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav):
– Ben Mekke’den çıkarken başın kılıçla uçurulmuş olarak seninle karşılaşayım, dedi.
Ukbe, Bedir Günü esir düştü. Peygamberimiz (as), Hz. Ali’ye onu öldürmesini emretti. Hz. Ali de onu öldürdü. Uhud da mübareze esnasında Übeyy’i yaraladı. Übeyy, Mekke’ye döndü: “Ne olaydı, keşke ben de peygamberle beraber hak yolu tutsaydım.” diyerek Mekke’de öldü.
Dahhak diyor ki: Ukbe, Rasulullah’ın (sav) yüzüne tükürdüğü zaman tükürüğü yüzüne döndü, tükürük iki parçaya bölündü, Ukbe’nin yanağını yaktı. Bunun izi ölünceye kadar yanağında kaldı.
“Bugün kâfirler için çok zor bir gündür.” (Müddessir, 9-10). Müminlere gelince, Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi “Büyük korku onlara üzüntü vermez.” (Enbiya, 103).
İmam Ahmed, Ebu Said el-Hudri’den (r.a.) rivayet ediyor: Peygamberimize (sav):
– Ya Rasulullah! “Miktarı elli bin yıl olan gün” (Meâric, 4) ayetindeki gün ne kadar da uzun bir gün, dediler. Rasulullah (sav):
– Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bu gün mümine hafifletilir, hatta bu gün mümine, dünyada kıldığı bir farz namazdan daha hafif gelir, buyurdu.
“O gün mülk Rahman’ındır. Bugün kâfirler için çok zor bir gündür. O gün zalim ellerini ısıracak ve şöyle diyecektir: Ne olaydı keşke ben de peygamberle beraber hak yolu tutsaydım.”
Yani ey Peygamber! Müşrikin ve her zalimin hayatında ihmal ettiği kulluk vazifesi sebebiyle ve Rasulullah’ın (sav) getirdiği hak ve hidayet yolundan yüz çevirmesi sebebiyle pişmanlık, acı ve üzüntü duyarak ellerini ısıracağı ve “Ne olaydı keşke ben de Rasulullah (sav) ile birlikte kurtuluş ve selâmet yoluna girseydim.” diyeceği kıyamet gününü hatırla.
“Vah başıma gelenler! Keşke falanı dost edinmeseydim.” Ey helakim! Gel artık, senin vaktin geldi. Ne olaydı keşke ben kendisine uymakla beni bu dereceye düşüren, beni hidayetten alıkoyan ve sapıklık yoluna sokan ve beni saptıran falan kişiyi samimi dost, sıcak bir arkadaş edinmeseydim diyecektir. Bu dost ister Übeyy b. Halef isterse başkaları olsun, fark etmez.
“Yemin olsun ki o bana öğüt gelmişken beni zikirden saptırdı.” Bu insanların sözünün devamıdır. Yani bana hak ulaştıktan sonra beni Allah’ı zikretmekten, imandan ve Kur’an’dan saptırdı.
“Zaten şeytan insanı yapayalnız ortada bırakır.” Bu Allah’ın kelâmı olup zalimin sözünden yapılan nakil değildir. Yani şeytanın âdeti insanı haktan çevirmek, haktan alıkoymak, insanı batıla çağırmak, batılda kullanmak, sonra da yüzüstü bırakıp belâ anında insandan uzaklaşmak, son noktada insana fayda vermemektir.
Şeytan, o zalimin samimi dostuna işarettir. Şeytanın sapıklığa düşürmesi gibi zalim de samimî dostu sapıklığa düşürdüğü için şeytan diye adlandırılmıştır. Zira sapıklığa teşvik eden kimseyle dostluğa ve arkadaşlığa, Rasulullah’a (sav) muhalif olmaya sevk eden, sonra da o kimseyi yalnız bırakan şeytandır. İnsanlardan ve cinlerden şeytanlık yapan herkes murad edilmiştir.
“Peygamber: Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı bırakıp terk etti, dedi.” Yani Rasulullah (as), Rabbine, müşriklerin kötü davranışlarından ve düşük sözlerinden şikâyette bulunarak şöyle dedi: Ya Rabbi! Doğrusu benim kavmim olan Kureyşliler bu Kur’an’a kulak vermeyi terk ettiler, ona iman etmediler. O’nu dinlemekten ve ona tabi olmaktan yüz çevirdiler.
Müşrikler Kur’an’a kulak vermiyorlar ve onu dinlemiyorlardı. Nitekim Cenabı Hak onları şöyle anlatmıştı: “İnkâr edenler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onun hakkında yaygara yapın, belki de böylece siz üstün gelirsiniz (dediler).” (Fussilet, 26) Müşrikler kendilerine Kur’an okunduğu zaman çok gürültü çıkarıyor ve yaygara yapıyorlar, Kur’an’ı duymuyorlardı. Bu, Kur’an’ı terk etmek demekti. Aynı şekilde Kur’an’a iman etmemek ve onu tasdik etmemek de Kur’an’ı terk etmek sayılır.
Kur’an’ın manasını düşünmemek ve anlamaya çalışmamak, Kur’an’la amel etmemek, onun emirlerine uyup nehiylerinden kaçınmamak da Kur’an’ı terk etmektir. Kur’an’ı bırakıp onun dışındaki şiir, söz, şarkı ve eğlenceye yönelmek de Kur’an’ı terk etmektir. İbn Kesir ayeti böyle açıklamıştır.