KAPAK – Namaz ve Kur’an: Allah ile Olan İletişimimizde Namazın Yeri ve Mahiyeti / Hamza Özen

İnsan, sıradan bir maddî varlık değil; hakikati arayan, kendi varlığının anlamını çözmeye çalışan, aşkın olana yönelme istidadıyla yaratılmış bir ruhtur. Bu yöneliş, insana özgü olan “marifet” arayışının en derin tezahürüdür. İnsan, kalbinin derinliklerinde mutlak bir huzur arar ve bu huzur, sadece mutlak olanla, yani Allah Teâlâ ile kurulan bilinçli bir bağla temin edilir. Bu bağın en sağlam iplerinden biri ise namazdır. Namaz, bir yönüyle beş vakte sığdırılmış ilahî bir çağrıdır; ancak onun gerçeklik boyutu, zamanı aşar ve hayatın tüm alanlarını kuşatır. O, sadece bir ritüel değil, kulun Rabbiyle kurduğu bilinçli, ahlâkî ve ruhsal bir inşa sürecidir (İbn ʿAtiyye, el-Muharreru’l-Vecîz, IV, 319).
Kur’ân-ı Kerîm, birçok ayetinde namazın değeri ve işlevi üzerinde durur; fakat el-ʿAnkebût Suresi 45. ayet, bu ibadetin çok katmanlı yönünü bize öğretir: “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyüktür. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilir.” (el-ʿAnkebût, 29/45)
Bu ayet, üç ana konuyu bir arada ele alır: Kur’an’ın tilaveti, namazın ihyası ve zikrin azamet ve etkisi. Bu birliktelik, sadece nazari bir dizilim değildir; bilakis, Kur’an merkezli bir dünya görüşünün bireyde ve toplumda inşa edilmesinin yol haritasıdır (el-Hazin, Lubâbu’t-Teʾvîl, III, 380).
Ayetin başında geçen “Sana vahyedilen kitabı oku” emri, Kur’an ile namaz arasındaki asli bağı vurgular. Çünkü namaz, Kur’an’sız bir içeriğe dönüşürse ruhsuzlaşır; Kur’an ise namazla hayat bulur. Bu emir, sadece dil ile okuma değil, tefekkürle, kalple ve zihinle yapılan bir içsel yolculuğu ifade eder (İbn Kesîr, Tefsîr, VI, 280). Tilavet; lafzı seslendirmekten öte, manayı içselleştirmek, kişinin ayetle varoluşunu yeniden inşa etmesidir.
Ardından gelen “namazı dosdoğru kıl” emri ise şekilsel bir yerine getirme değil, istikamet üzere bir ikameyi ifade eder. Arapçadaki “ikame” kelimesi, bir şeyi ayağa kaldırmak, kurmak ve sabit kılmak anlamlarını taşır. Bu çerçevede namazın ikamesi hem bedenin hem kalbin hem zihnin birlikte yönelimiyle mümkün olur (ez-Zeccâc, Meʿânî’l-Kur’ân, IV, 169). Namazı ikame eden kişi, aslında kendini ikame etmektedir; zira namaz, kişinin varoluşunu istikamet üzere hizaya sokar.
Ayetin en dikkat çekici kısmı olan “namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar” cümlesi, ibadetin sadece Allah’a yönelme değil, aynı zamanda kişinin davranışlarını dönüştüren bir ahlâk okulu olduğunu gösterir. Bu ifade, ibadetin özünün davranışlara yansıması gerektiğini ortaya koyar. Kur’an’ın ibadeti sadece ritüel bir form olarak değil, ahlâkî ve toplumsal bir inşa aracı olarak tasarladığı bu ayette açıkça görülür (es-Semʿânî, Tefsîr, IV, 183).
Müfessirler bu kısmı iki temel yorum ekseninde ele alır: 1. Minnet (lütuf) yorumu: Bu yoruma göre Allah, kullarına rahmet olarak onları kötülükten uzaklaştıracak bir sistem sunmuştur. Namaz, ilahî bir lütuftur. Allah’ın kullarını fuhşiyattan ve münkerattan sakındırmak üzere verdiği en büyük hediyedir (el-Mâturîdî, Teʾvîlât, VIII, 231). 2. İlzam (sorumluluk) yorumu: Eğer bir kişi namaz kılıyor ve buna rağmen hayasızlık ve kötülükten geri durmuyorsa, o kişinin namazı eksik, bilinçsiz ya da ihlâssız demektir. Namaz, huşûdan, zikirden, ihlâstan ve istikamet niyetinden yoksunsa, o sadece bir hareketler zinciri hâline gelir (İbn ʿAtiyye, el-Muharrer, IV, 319).
Hasan el-Basrî’nin şu sözü bu bağlamda bir mihenk taşıdır: “Kim ki namazı onu kötülükten alıkoymuyorsa, onun namazı namaz değildir; bilakis o ibadet onun aleyhine döner.” (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 456; el-Beğavî, Meʿâlimu’t-Tenzîl, III, 557). Bu ifade, ibadetin sadece şekil değil, özü ve neticesiyle değerlendirilmesi gerektiğini açıklar.
Benzer şekilde, İbn Mesʿûd’un “Namaz, ancak kişiyi kötülükten alıkoyduğu sürece fayda verir” sözü (İbn Kesîr, Tefsîr, VI, 280) ve İbn Abbas’ın “Namazı kötülükten uzaklaştırmayan kişi, Allah’tan ancak daha da uzaklaşır” uyarısı (el-Vâhidî, el-Vasîṭ, III, 421), namazın ahlâkî etkisinin bireysel takva ve sorumluluk bilinciyle doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koyar.
Ayetin “Allah’ı anmak elbette en büyüktür” bölümü, farklı tefsirlerle zenginleşmiş anlam katmanları içerir. Bazı müfessirlere göre burada kastedilen zikir, namazın içindeki Allah’ı anma eylemidir; yani kıraat, tesbih, dua ve dua hâliyle Allah’a yöneliştir (ez-Zeccâc, Meʿânî’l-Kur’ân, IV, 169). Diğerlerine göre ise, burada bahsi geçen zikir, Allah’ın kulunu zikretmesi, yani ona yönelmesi ve onu rahmetle anmasıdır. Bu yorum, “Beni anın ki ben de sizi anayım” (el-Bakara, 2/152) ayetiyle desteklenir ve kulun Allah’ı anmasının ötesinde, Allah’ın da kuluna nazar etmesinin üstünlüğünü bildirir (el-Mâturîdî, Teʾvîlât, VIII, 231). Her iki yoruma göre de zikir, namazın ruhunu besleyen özdür. Zikirsiz bir namaz, sadece bedensel hareketlerden ibarettir; kalbî derinlikten yoksun kalır. Oysa zikir, kalbin diri oluşudur; ruhun Allah’a açık hâlde tutulmasıdır (İbnü’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, III, 408).
Çağımızda pek çok kişi namaz kılmakta; ancak bu ibadetin ruhî ve ahlâkî yansıması, bireysel davranışlara ve toplumsal hayata yansımamaktadır. Bu durum ciddi bir iç muhasebeyi gerekli kılar. Şu soruyu sormak gerekir: Namaz, gerçekten bizi dönüştürüyor mu? Yoksa alışkanlığa dönüşmüş bir görev mi oldu?
Kur’an ve Sünnet’in tasvir ettiği namaz, sadece şekilsel bir ibadet değil, insanı hayâ, edep, adalet ve vakar gibi değerlerle inşa eden bir terbiye sistemidir. Cemaatle kılınan bir namaz, sosyal aidiyeti ve dayanışmayı; huşû ile kılınan namaz ise ruhî huzuru ve içsel dirliği sağlar (Ebû Bekr İbnü’l-ʿArabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 516).
Namaz, Allah ile kurulan en doğrudan, en saf ve en samimi iletişim şeklidir. Kur’an ise bu iletişimin içeriğini, yönünü ve ahlâkî çerçevesini tayin eder. Kur’an’sız bir namaz içerikten yoksun; namazsız bir Kur’an ise hayata yansımayan bir teorik bilgiden ibarettir (İbn Kesîr, Tefsîr, I, 252).
el-ʿAnkebût Suresi 45. ayeti, sadece bir ibadet emri değil; bir hayat çağrısıdır. Şu temel gerçekleri bize öğretir: Namaz, bir ahlâk terbiyesidir; sadece Allah’a secde değil, kula karşı da dürüstlüktür. Zikir, dilde başlayan ama kalpte köklenen bir bilinçtir; davranışlara sirayet etmeden tamamlanmış sayılmaz. Kur’an, okunmakla kalmamalı; hayatın her anında yaşanmalı, namazla anlam kazanmalıdır. Allah bizleri, Kur’an’la düşünen, namazla arınan ve zikriyle dirilen kullarından eylesin.