8300 km Uzakta 30 Gün, Malezya Günlükleri (2)

…Malezya’nın yemeklerine alışamadığımdan bahsetmiştim. Bu arada, koronavirüs’ün dünyayı kasıp kavurduğu şu günlerde Çin mahallesinde yenilen yemeklerin yanında yedikleri ortamları (lokanta/restaurant diyemiyorum) biraz görme fırsatım olduğu için virüsün Çin’den çıkması hiç şaşırtmadı diyebilirim. Neyse konumuza dönelim. Malayların ‘Chilly/Sweet’ (Acı/Tatlı) dengesizliğinin arasında Ortadoğu mutfağını bizlere sunan ‘Arap lokantası’ imdadımıza yetişti. O zamana kadar damak zevkimizin çok uzak olduğunu düşünürdüm, yanılmışım. Uzaklarda anlaşılıyor, aslında neyin uzak neyin yakın olduğu. Bir diğer alternatifimiz ise “Kendin pişir, kendin ye!” restoranıydı. Pahalı olmasından ötürü yalnızca bir defa tecrübe edebildim; başarılı bir tecrübe olduğu söylenemez. Pişirme tezgâhlarını kullanmakta güçlük çekmemin yanında etlerinin de tadının farklı olması beni salata yapmaya mecbur etmişti. Ama hamdolsun aç kalmadık, bir yolunu bulduk.
Kenyir Gölü’nden
Koordinatörümüzün “Sırada en keyifli gezimiz var!” dediğinde nerden bilebilirdim kendimi dışarıya ot-çöp çıkarmanın yasak olduğu bir ormanda bulacağımı. “Tacis Kenyir” (Kenyir Gölü) olarak adlandırılan dünyanın en eski yağmur ormanlarından birine ev sahipliği yapan su parkına teknelerimiz ile yarım saat süren süratli ve keyifli bir yolculuk ile ulaşmıştık. Ortasından su akan bu doğa harikasında uzunca bir parkur yürüyüşü yaparak balıklı göletin yanına geldik. Alabalığa benzeyen bu balıklar atılan yemlere adeta hücum ediyordu ve arkadaşlarım da paçalarını sıvayıp balıkları ayaklarının önüne attıkları yemlerle beslemeye başladılar. Göletin başında “Hadi o balıkların başına bir şey gelsin de size 1000 ringgit ceza keseyim!” bakışı atan bir görevli vardı. “Ben girmem arkadaş” derken büyük konuşmuşum. Bölgeden ot-çöp dahi çıkarmanızın yasak olduğunu, balıklara zarar vermenin para cezasına sebep olduğunu parka gitmeden öğrenmiştik. Devamında şelalede vakit geçirmiş kenarda otururken bir arkadaşımız sırt çantasından ananas çıkardı, o yorgunlukta açık artırmaya koysa iyi kazanırdı fakat o ikram etmeyi tercih etti. Allah ondan razı olsun.
Malezya’da Kurban Bayramı Nasıl Geçiyor?
Okul bayram tatilini verdiğinde Malaylar ailelerinin yanlarına döndüler. Koca kampüste bir kısım yabancı öğrenciler ve biz Türklerden başka kimsecikler kalmamıştı. Bayramda okulun tenha olacağını biliyorduk fakat ne yapmalı idi? Şehri gezip denize girmek yapabildiğimiz aktivitelerden oldu.
Bayram günü geldiğinde bölgenin en büyük Camilerinden biri olan Üniversite Camii’nde geleneksel kıyafetlerini giymiş Malayların arasında saf tuttuk. Namaz sonrası üç dört arkadaş kurban kesilen bölgelerden birine gittik. UMT(Üniversite)’nin bahçesinde ortamı biraz süzmeye çalıştık. İki kısım görevlendirmenin olduğu bu organizasyonda birinci kısımda kesim işlemi yapılıyor; yeşilliklerin arasında 1 metre uzunluğunda üzerinde hissedarların isimlerinin yazılı olduğu tabelaların yanında ağırlığı bizdekilerin 3’te birinden az olan büyükbaş hayvanlar sırasıyla kesiliyor. Kesilen hayvanlar ikinci kısım olan çadırın altındaki doğrama alanına taşınıyor. Burada kurban etleri doğranıyor, hisseler paylaştırılıyor ve işi biten arabasına yükleyen gidiyor. Bu sırada sürekli soğuk içecekler hazırlanıp ikram ediliyor. Ben ne yapabilirim ki diye dolanırken kendimi hisseleri paylaştırır vaziyette buldum. Et ikram etmek isteseler de yurtta pişirmek için herhangi bir ekipmanımız olmağı için reddetmek mecburiyetinde kaldım.
Bir kısım arkadaşlarımız bir üniversite hocasının evine gittiklerini ve orada kendi yaptıkları et yemeğiyle karınlarını bir güzel doyurduklarını söyleyince kahrolmuştum. Bunun dışında bayram boyunca üniversite ve çevresinde sessizlik hâkimdi diyebilirim.
Redang Adası/ Muazzam Yaratılış
Kuala Terengganu da vaktimiz tükenmeden fotoğraflarda gördüğümüzde içimizin kıpır kıpır olduğu Redang adası için plan-program yapıp adayı ziyaret etmeye karar verdik. Bir turizm acentesiyle anlaşıp Ada yoluna düştük. Evet, tıpkı fotoğraflardaki gibiymiş. Rabbimin muazzam yaratışına uzak doğuda da şahit oluyorduk. Sahile 100 metre kala teknemiz durdu, burada şnorkel ve gözlükleri takarak rengârenk balık ve su kaplumbağaları ile yakinen yüzmüş olduk, su altı fotoğraf çekme aparatımız işe yaramıştı. Adaya inip diğer kıyısına yürüdüğümüzde ise sessiz sakin bir tesis bizi bekliyordu. Beni fotoğrafçı olarak atamışlar, haberim yok. “İyi çıktın iyi, sıradaki!”
Awek Köyü’ne Hoşgeldiniz!
Kuala Terengganu’daki son günümüzde meyvelerimizi dalından toplamaya gidiyoruz. Otobüsümüzle 1 buçuk saatlik yolculuğumuz Awek köyü ile noktalanıyor. Pirinç tarlalarının kuşattığı, ormanın içerisindeki bu orijinal köyde bizi karşılayan köyün muhtarı oluyor. Bizim için öncesinde hazırladığı kasa kasa meyleri (bu meyveler; Yumuşak dikenli Rambutan, Sarımsak görünümlü Mangostin ve ben dahil birçok kişinin kokusundan hoşlanmadığı fakat ‘Meyvelerin kralı’ olarak adlandırılan Düryan) bize ikram ettikten sonra köyü kısaca tanıtıyor. Bizlere istediğimiz kadar meyve toplayıp götürebileceğimizi söylenip ellerimize poşetler verildikten sonra devasa rambutan ağaçlarının yanına gittik. Meyvelere boyumuzun yetmeyeceği aşikârdı, toplamak için ucunda makas mekanizması olan uzun çubuklar kullandık. Meyveleri toplarken güler yüzünü bizlerden hiç esirgemeyen köylüler de yardımcı oldular. Bir süre sonra ünvanını tam anlayamadığım, il yönetiminden bir isim bizimle buluşmaya geldi. Bir süre muhabbet ettikten sonra köyden ayrıldık.
Darul İman/Kuala Terengganu’dan Başkent Kuala Lumpur’a
Yurtta, “Toparlanın, gidiyoruz!” havası hâkim olmuştu. Hazırlıklar başladı bavullar kapandı. Saat 22.30’da Foyerden harekete geçecek otobüsümüze yaklaşık 2 saat vardı. Son vakitlerimizi 26 günlük süreçte bizlere hem rehberlik hem de dostluk eden kardeşlerimizle geçirmek için toplandık, ‘Zamanın çok hızlı geçtiğini’ hep birlikte teyit ettikten sonra veda sözcükleriyle Kuala Lumpur’a doğru yola çıktık…
Kuala Lumpur bir metropol mü? Bakalım, göreceğiz…