Ekim 2014 Ahmet KIRKBAŞ A- A+
A- A+

Lebbeyk Allahümme Lebbeyk

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ve sevgili Peygamberimizin mübarek sünnetinde yer alan itikadî, ictimaî, hukukî, ahlakî... yasalar ve bazı ilahî görevler İslam’ın bütününü teşkil eder. Bu bütüne göre yaşanılması da ibadetler manzumesini oluşturur.

İslam binasının beş temelinden biri olan Hac, Allah’ın rızasına erdiren ve ümmet birliğini gerçekleşti¬ren malî, bedenî  ve evrensel bir ibadettir.

İslam’da ibadet, Allah’ın ve Resulü Hz. Muhammed’in aleyhisselam emirleri ve yasaklarına göre yaşamaktır. Bir diğer ifadeyle hayatı İslamlaştırmaktır. İbadet öylesine şümullüdür ki hayatın bütününün ibadetleştirilmesi için gerekli olan manevi enerjiyi üreten namaz, oruç ve zekât gibi haccın da ibadetlerimiz arasında özel bir yeri vardır.

İslam toplumu, dinini inanç ve amelleriyle hayat nizamı edinen insanlardan oluşur. Farklı ırklardan olabilen ve değişik dilleri konuşabilen bu insanlar birbirinden uzak coğrafi bölgelerde yaşamış olsalar bile farz-ı ayn bilgileri almaları ve ana İslamî ilkeler doğrultusunda yaşamaları halinde ümmet varlığı ve birliğinin temellerini atmış olurlar.

Hac Siyasi Bir Eylemdir

Bu itibarla her bir İslamî emir ve yasağın ümmeti oluşturmada belirgin bir yeri vardır. Ancak hac bu bağlamda müstesna bir öneme sahiptir. Zira hac dünya mü’minleri arasında cihanşümul bir rabıta tesis eden, ırk, dil ve coğrafya farklılığını potasında eriten, inanç gaye ve mekân birliğini gerçekleştiren bir ibadettir. İslamî/halkı Müslüman olan ülkeler ve bölgeler arasında yönetenler ve yönetilenler düzeyinde rabıtalar tesis edebilen hac, kültürel, iktisadî ve siyasi birliğin gerçekleştirilmesine zemin hazırlayabilecek bir kurumdur.

Maalesef hac yılın belirli mevsimlerinde düzenlenen bir seremoni halini aldı. Onun gerçek mahiyeti tamamen unutuldu. Sadece İslam’ın beş şartından biri olarak farz olduğu hafızalarda kaldı. Oysa haccın Müslümanlardan gizlenen siyasi bir boyutu mevcuttur. Bugün Müslümanların özlem duyarak yerine getirmek istediği hac ibadetinin cevheri/özü “İslam’ın hayatın tüm alanını kuşatan bir nizam/sistem olduğunu göstermektedir”.

Hacdaki bu kuvvet diğer ferdî ibadetlerde bulunamayacak bir özelliktir. Ayrıca Hac ibadeti İslamî hayatı yeniden başlatmanın gerekliliği mesajını Kâbe’ye gelen hacılara etkili bir şekilde iletmektedir. İşte bu nedenle haccın üzerine çirkin oyunlar oynanmakta ve onun gerçek mahiyetinin üstü bütün imkânlar kullanılarak örtülmek istenmektedir.
Haccı zehirleyen yöneticiler ve onlara anlamsız bir bağla bağlı olan Müslümanlar karşısında, bizim gibi düşünenler ve hakkı söyleme gayretinde olanlar adına konunun ayrıntılarına kısaca bakalım.

a) Kâbe-i Şerif’i Neden Ziyaret Etmemiz İsteniyor?

“وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ” “İnsanlar arasında Haccı ilân et ki, gerek yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler.” (Hacc, 27)

Bilindiği gibi Allah Teâlâ mü’minlere seslenirken “Ey iman edenler” diye hitap etmektedir. Oysa ayetteki ifade “İnsanlar arasında haccı ilan et” şeklindedir. Öyleyse bu ifade özel bir ifadedir. Bu ifade ile Allah Teâlâ, haccın tam olarak yerine getirilmesi için duyurulmasını ve insanların hacca çağrılmalarını istiyor. Oysaki hac ancak Müslümanlar tarafından yapılan bir ibadettir.

Nitekim hicretin dokuzuncu yılında Tebük Savaşı’ndan ve Hz. Ebu Bekir’in hac emiri olarak Mekke’ye gitmesinden sonra Tevbe (Bera’e) Suresi’nin indiğini görüyoruz. Rasulullah aleyhisselam Hz. Ali’yi radiallahu anh halka hitap etmek için onlara elçi olarak görevlendirdi. Hz. Ali radiallahu anh gitti.

İnsanlar Mina’da toplanınca bir tarafına Ebu Hureyre’yi radiallahu anh alan Hz. Ali radiallahu anh halka şu şekilde hitap etti: “بَرَاءةٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ/Allah ve Resulü’nden, anlaşma yaptığınız müşriklere bir ültimatomdur…” (Tevbe, 1) ayetinden şu ayete kadar okudu: “وَقَاتِلُواْ الْمُشْرِكِينَ كَآفَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ/Hepinize karşı savaşa girdikleri gibi siz de bütün müşriklere karşı savaş ediniz.

Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir. (Tevbe, 36)

Kâfirler Kâbe’ye Giremez

Bu ayetleri tamamıyla okuyup biraz durduktan sonra halka şöyle seslendi: “Ey insanlar! Hiç bir kâfir cennete girmez. Bu seneden sonra hiç bir müşrik Kâbe’yi tavaf etmeyecektir. Kâbe çıplak olarak da tavaf edilmeyecektir. Rasulullah ile bir ahdi olanlara ahidleri bitinceye kadar ahidlerindeki maddeler uygulanacaktır.”

Bu rivayet ile kesinleşmiş olan kâfirlerin Kâbe’yi ziyaret etme yasaklığına, bütün fakihlerin ittifakıyla kâfir olan bir kişinin İslamî ibadetleri yerine getirmesi geçerli olmadığı da eklenince insanların hac edebilmeleri için öncelikle Müslüman olmaları gerekliliği kesinlik kazanmaktadır. Öyleyse önce onların İslam’a girmeleri gerekmektedir. Burada ki davet, hac kastedilerek İslam’a girmeye davettir. Tıpkı “Namazı ikame ettikleri müddetçe hayır” hadisindeki gibi bir parçanın zikredilerek bütünün kast edilmesidir. Öyleyse şu sorular sorulmalıdır; Buradaki hitap kimedir? Kimler insanlara haccı duyurup onları buna davet edecektir? Bunu nasıl yapacaklardır?

“Şer‘î metot” gereği İslam’ın âleme hidayet ve nur kaynağı olarak taşınmasının aracısı güçlü ordularla donatılmış hilâfet devletidir. Nitekim tarihin sayfalarında bu destansı devlet şanlı bir şekilde yer almıştır ki o, Arap yarım adasından dünyaya yayılan bir ışıktır. O devlet sayesinde İslam rüzgârı hızlı bir şekilde esmiş, önünde duran batıl’ı yerle yeksan etmiştir. Böylece dünyanın en azametli devleti olarak birinci sıraya yerleşmiştir. Sahip olduğu adalet ve aklî akide sayesinde insanları etkilemiş ve onların kitleler halinde İslam sancağı altına girmesini sağlamıştır.

Davet ve Cihad Sayesinde

İslam ümmetinin sahip olduğu bu yüce konum, şer‘î hükümlerin tacı konumundaki davet ve cihada sıkı sıkıya bağlı kalmasıyla sağlanmıştır. Böylece ayette talep edilen husus geçmişte tam manasıyla yerine getirilmiş oldu. İnsanlar hem İslam’a davet edildi, hem “Gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler.” emri icabı, rahat bir şekilde hac farziyetlerini yerine getirmeleri sağlanmış oldu.

Ancak hilafetin yıkılmasından sonra İslam’a davet gerçek anlamda durduğu gibi o daveti yapacak olan devlet de yok olup gitti. Neticede ibadetlerin şekilsel boyutu kalsa da özü yitirilmiştir. Nitekim hac bunlardan biridir. Hac ibadetini yerine getirmek için yola çıkan kişi anlatıla gelen İslam davasına sırtını dönmekte ve bu sorumluluğu üzerine almaktan imtina etmektedir. Oraya gittiği gibi geri dönmekte yani hayatında ciddi bir değişiklik yaşanmamaktadır.

Oysa mukaddes beldelere yapılan bu ziyaret esnasında Kâbe’yi tavaf eden kişi yanı başında birlikte tavaf eden ancak rengi ve dili farklı olan insana bu davetin nasıl ulaştığını düşünüp idrak etmelidir. Oraya giden kimse kendisine bu davetin nasıl ulaştığını düşünüp davet karşısındaki sorumluluklarının neler olduğunu sorgulamalıdır. Bu sorgulama sonucunda şu anda ki mevcut yöneticisinin bu daveti ihmal ettiği ve hatta bu daveti reddettiği gerçeğiyle karşı karşıya kalacaktır. Yine aynı hacı, etrafında toplanan insanları bu derecede etkileyecek olan fikrî liderliğin gerçekten seçkin bir fikrî liderlik olduğunu, mevcut yöneticilerin asla bunu başaramayacağını da anlamalıdır.

Müslümanlarla Alay Edenler

Hac ibadetini yerine getiren hacı, asr-ı saadet ve onu takip eden dönemlerdeki yöneticilerin hac mevsiminde insanları İslam’a davet ederken; mevcut yönetimlerin Müslümanların kanını akıtmaları, servetlerini çalmaları, ırzlarını kirletmeleri için kâfirlere davette bulunduklarını açık bir şekilde idrak edecektir. İşte böylece bu ibadetin gerçek manasının nasıl saptırıldığını, siyasi mefhumlarından nasıl uzaklaştırıldığını ve Müslümanlarla nasıl alay edildiğini de görecektir.

Şu bir gerçek ki haccın siyasi mefhumlarının açığa çıkması sadece ferde değil her yıl milyonlarca hacının tümüne etki etmesi demektir. Haccın bu yönünü idrak edenler için meselenin neden bu kadar gizli tutulduğunu anlamak hiçte zor değildir. Müslüman beldelerde ki âlimler, diyanet sorumluları, müftüler vb haccın bu siyasi yönünü anlatma imkânları olmasına rağmen bunun gizli tutulması, mevcut sistemlerin ne kadar korku içerisinde yaşadıklarını açığa çıkartmaktadır.

Öyle olmasa neden haccın ve İslam’ın siyasi boyutunu açıklamak isteyen samimi dava adamları susturulmak istenmektedir. Çünkü onlar mevcut yönetimlerin hile ve entrikalarını gözler önüne serip ümmetin sorunlarını İslam nizamına uygun olarak çözmek istemektedir. Tabi ki bu çözüm onların tahtlarını sarsacak bir yankı olacak ve bütün İslam coğrafyasına yayılacaktır.

b) Haccın Siyasi Uyanıklılığı

Haccın gerçek cevheri özellikle oraya ziyarette bulunmak isteyen hacı adaylarının zihinlerinden uzaklaşmıştır. Hacılar bu mukaddes beldeye gittiğinde ve Beytullah’ı ziyaret ettiğinde İslam risaletinin bu topraklardan inzal olduğunu hatırlamaz oldu. Oysaki ziyaret ettiği her beldede, içini ürperten bir korku ve teslimiyetle attığı her adımda hak ile batıl arasındaki amansız mücadelenin yaşandığı toprakların üzerine bastığını hiçbir zaman unutmamalıdır. Yine unutmamalıdır ki adalet ve merhamet timsali İslam risaleti bu topraklardan dünyaya yayıldı ve atalarımıza, onlardan da bize ulaştı.

Oraya giden hacı, Hz. Bilal’in radiallahu anh kızgın çöle yatırılıp üzerine taş konulmasının ne demek olduğunu daha iyi anlamalıdır. Bırakın oraya giden hacıları orada ikamet edenler dahi klimasız nefes almakta zorlandıkları, kertenkelelerin dahi ancak bir metre yol alabildiği kavurucu sıcakta Hz. Bilal’in radiallahu anh neden bu çöle yatırıldığını, neden kendisine işkence edildiğini ve bu işkenceler karşısında neden “ehad, ehad!” diye haykırdığını idrak etmesi gerekmez mi?

Yine hac vazifesini yerine getirmek için yola çıkan hacının, annesi ve babası işkence altında şehit edilen Hz. Ammar’ın radiallahu anh üzüntüsüne ortak olması gerekmez mi? Habbab b. Eret’in radiallahu anh kızgın demirle dağlandığı beldeye ayak basan hacının, bu insanların küfür ile mücadelelerindeki kuvveti nereden aldıklarını düşünmesi gerekmez mi? İslam’ın ilk günlerinde Müslümanların tağutlar ve onların askerleriyle nasıl mücadele ettiklerini, onlarla nasıl fikrî ve siyasi bir çatışma içerisine girdiklerini, zorba yöneticilere yönelik nasıl bir tehlike arz ettiklerini, onların bu tehlike karşısında nasıl korkuya kapıldıklarını ve kendisinin de haccı ifa ederken onlarla aynı istikamette yürüdüğünü idrak edebilmesi gerekmez mi?

Hedef: Ümmet Bilinci Veren Bir Hac

Bunları düşünmeyen hacı seçkin bir risaletin takipçisi olabilir mi? Yine bu beldeye gelen hacı, Ebu Cehil ile karşı karşıya gelmeyecek mi? Velid b. Muğire’nin kibirli yürüyüşünü izlemeyecek mi? Ebu Süfyan’ın servetini koruma mücadelesini seyretmeyecek mi? Efendimiz’i aleyhisselam yalanlayanların, O’nunla alay edenlerin seslerini işitmeyecek mi? Gece yola çıktığında Darü’l Erkam’da gizlice oluşturulan halkalara katılan Müslümanların karanlıkta sessizce yol aldığını görmeyecek mi?

Hz. Ebu Bekir’in ağlaya ağlaya, yüksek sesle Kur’an okuduğunu duymayacak mı? Mekke’nin sokaklarında yürürken Efendimiz’in aleyhisselam üzerine müşriklerin hayvan işkembesi döktüğünü, kızı Fatıma’nın radiallahu anha O’nu temizlediğini görüp ağlamayacak mı? Ambargoya tabi tutulan, aç bırakılan, Mekke’nin dışındaki vadiye sürülen Beni Haşim kabilesini ziyaret etmeyecek mi? Efendimiz’i aleyhisselam katletmek üzere köşe başında bekleyen müşriklerle karşılaşmayacak mı?

Efendimiz’in aleyhisselam yatağına yatarak kendisini feda etmeye hazır olan Hz. Ali’nin radiallahu anh yataktan Allah’ın yardımıyla sağ salim doğrulduğunu görmeyecek mi? O hacı “Veda Haccı”na katılıp Efendimiz’in aleyhisselam bize bıraktığı Kur’an ve sünnete tekrar sarılmayı arzulamayacak mı? Veda Haccı’nı dinlerken, Kavmiyetçiliğin/ milliyetçiliğin/ ulusalcılığın tiksindirici bir fikir olduğunu hatırlayıp ona davet edenleri görünce midesi bulanmayacak mı? Ve en önemlisi o hacı, bu beldelerde yürürken Kureyş’in tekrar dirildiğini idrak etmeyecek mi?

Tabi ki haccın gerçek manasını anlayan Müslüman bunları görecek, işitecek, bir kez daha yaşayacak ve risaletin üstünlüğüyle bütün bedenini bir ürperti kaplayacaktır. İşte o zaman İslam’ın çölde parlayan salt bir inanç ve ibadet dini olmaktan öte evrensel bir nizam, bir dünya gücü olduğunu idrak edecektir. Ancak bu anlayışa sahip olan hacılar evrensel bir din olan İslam’ın hayata hâkim kılındığı günlerde de hac edebilmenin özlemiyle, gönülleri ve zihinleri temizlenmiş olarak geri dönerler. İşte bu idrak onları, İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmaya, bunun için çalışan samimi dava adamalarını desteklemeye götüren aydın bir uyanıklılık ve itici bir güç olur.

Allah Yolunda Biatleşmek

O hacı mütekâmil ve muazzam bir dünya görüşüne sahip olduğu gerçeğiyle, ölüleri canlandırmaya, uyuşukları harekete geçirmeye, uyuyanları uyandırmaya ve düşenleri kaldırmaya çalışacaktır. Yine o hacı, Akabe Tepeleri’nde gezinirken hac mevsiminde Rasulullah’ın aleyhisselam “Kadınlarınızı ve çocuklarınızı kendisinden koruduğunuz şeylerden beni korumanız üzere biatleşiyor musunuz?” sualine karşı “Darda ve ferahta, sevinçte ve kederde, dinleme ve itaat etme üzerinde, nerede olursa olsun hakkı söyleyeceğimize, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamaya dair biat ediyoruz.” şeklinde cevap veren ensarın Rasulullah aleyhisselam ile biatleşmesini de mi görmüyor?

Oysa şeytan bu biatleşmeyi insanlara duyurmak için “Ey uyuşuklar! Muhammed ve bir grubun bir araya gelip sizinle savaşmak üzere biatleştiğinden haberiniz var mı?” diye haykırıyordu… Ve bugün de dostlarına haykırmakta şeytan “Ey uyuşuklar! Aman Müslümanlar dinlerinin onları tek bir güç olmaya çağırdığını anlamasınlar. Haccın bu birlik boyutunu idrak edemesinler…” Ey hac yolunun yolcusu! Duyuyorsun, görüyorsun, değil mi?!

O hacı, Rasulullah’ın aleyhisselam nusret/ kuvvet talebinde bulunduğu beldeleri de ziyaret edecektir ki oradan İslam’ın yeniden hayat sahnesine nasıl geri döneceğini bilmiş olarak ayrılacaktır. Bu sayede azametli hilâfet devletinin yeniden kurulmasında takip edilmesi gereken sahih metodu diğer bozuk metotlardan ayırt edecektir. O hacı, İslam devletinin birliğini, insanları nasıl bir çatı altında topladığını idrak ettiğinde parçalanmış ümmetin bu halde olmasının nedeninin baştaki yöneticiler olduğunu anlayıp onların tahtlarını ayakta tutan yalanlarına artık itibar etmeyecektir.
Buraya kadar sıraladığımız siyasi mefhumlar gayet açık bir şekilde bu beldede üzeri örtülerek bekletilmektedir. Kuşkusuz onun üzerindeki sis perdesi kaldırılınca onun siyasi mefhumları da açığa çıkacaktır. Onun açığa çıkartılması ve korunması İslam’ı ve Müslümanları düşündüğünü iddia eden herkes için bir sorumluluktur. Ta ki Müslümanların kalpleri İslam ateşiyle tutuşsun, buradan çıkan kıvılcım müthiş bir kalkınma hareketine dönüşsün.

Bütün bu yapılan hile, tuzak, aldatmaca ve yalanların esasını teşkil eden konu otorite meselesidir. Otoriteyi elinde tutanlar kendilerinin meşruiyetine zarar verebilecek en küçük bir şeyi dahi dikkate alarak onun üstüne gitmektedir. İşte bu nedenle hac ibadetini yerine getirmek için mukaddes beldelere giden hacılara sıkı sıkıya tembih edilen batıl bir söz vardır. “Hacda siyasi ve dünyevi meseleler konuşulmaz. Yoksa haccınız kabul olmaz.” Zorba yöneticilere teslim olmuş âlimlerin diliyle seslendirilen bu fikir, batıl bir fikirdir. İslam ümmetinin paramparça olduğu, sömürgeciler tarafından işgal edildiği, her gün Müslüman kanının akıtıldığı bir dönemde Müslümanların meselelerinin konuşulmaması hac düğümünün koptuğu anlamına gelmektedir.

Batıl Bir İddia

Mezkûr söz mevcut rejimlerin ömrünü uzatmak için ortaya atılmış batıl bir iddiadan öteye geçmez. Ayrıca bu söz haccın siyasi boyutunun hayati meselelerden yani ölüm kalım meselesi olduğu gerçeğini gizlemek için söylenmiş biz sözdür. Oysaki Rasulullah aleyhisselam şöyle buyuruyor;

“Kâbe’nin taş taş yıkılması, Allah katında tekbir Müslümanın kanının akmasından daha ehvendir.”

Yani dünyanın neresinde olursa olsun bir Müslümanın katledilmesi Kâbe’nin yıkılmasından daha önemlidir. Kâbe yıkılsın ancak Müslümanlar öldürülmesin… Kullarına bu kadar merhametli olan Allah Teâlâ’nın şanlı Resulü aleyhisselam yine şöyle buyuruyor “Dünyanın yok olup gitmesi Allah nezdinde tek bir Müslümanın katledilmesinden daha ehvendir.” Müslümanların başında bulunan yöneticiler mü’minlerin kanlarına, ırzlarına, mallarına değer vermezken, bu hadisler bizlere Müslümanların canının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Gazze’ye her gün bomba yağdıran İsrail’le ilişkileri konuşmadan; ölen çocukları duymadan, duyurmadan; Arakan’da akan kanı görmeden, göstermeden; Doğu Türkistan’daki zulmü anlamadan, anlatmadan; Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı hatta Işid’i konuşmadan hac yapılmış sayılmaz herhalde? İslam ümmetinin yaşamış olduğu sıkıntılı günler karşısında bu problemlerin çözümlerinin düşünülmemesi, konuşulmaması ve bunlar için harekete geçilmemesi İslam’ın düğümlerinin koparılmasına yardımcı olmaktan başka bir şey değildir.

Hac Emirliği Görevi

Yine haccın siyasi boyutunun bir göstergesi de Hac Emiri’dir. O hac farizasını idare ve organize eden kişidir. Bu, Halife’nin bizzat kendisi ya da kendisi tarafından tayin edilen bir kişi olabilir. Nitekim Rasulullah aleyhisselam kendisinin katılmadığı hicretin dokuzuncu senesindeki hacda Hz. Ebu Bekir’i radiallahu anh Hac emiri olarak tayin etmişti. Daha sonraki hac mevsimde de bizzat kendisi hac emiri olmuştur. Hac emiri, hac için bir vecibedir. Çünkü Müslümanların halifesinin tayin ettiği hac emiri, gerekli güven ortamının sağlanmasında ve halifenin emrine itaatte meydana gelecek menfi hadiseleri önleyip hudutları tatbik ve hak ile hareket etmede bizzat görevlidir. Fakihler bu konuda ittifak halindedir.

Hac emiri olarak atanan kimsenin özel biçimde yürüteceği ve üzerinde ittifak edilen beş hüküm vardır. Altıncı bir hüküm daha bulunmaktadır fakat bunda ihtilaf edilmiştir. Üzerinde görüş birliği olan beş hüküm şunlardır:

1) Hacıların ihrama girecekleri vakti belirlemek, toplu yapılacak işlerde hareket biçimini tespit etmek ve hac fiillerinde kendisine uyulmasını emretmek.
2) Hac fiillerini tespit edildiği biçimde yerine getirmek. Hac fiillerinin öncelik-sonralık sıralamasında bir değişiklik yapılamaz.
3) Durulacak yerleri, durma süresini ve oradan hareketi takdir ve tespit etmek.
4) Hac rükünlerinde emir’e uymak, yapacağı dualara “âmin” demek, söz ve harekette ona uymak.
5) Hac hutbelerinin okunduğu günlerde topluluğa namazı kıldırmak, hutbe ve namaz için hacıları toplamak.

Hac emirinin vazifeleri genel hatlarıyla bunlardır. Burada “Suud rejiminin başında zaten bir emir var ve hac işlerini organize eden de odur. Bu nedenle o hac emiri yerine geçer” denilemez. Çünkü hac emirinin varlığı halifenin varlığıyla doğru orantılıdır. Halife olmadan Hac emiri olamaz. İşte bu sebepledir ki Rasulullah aleyhisselam Müslümanların Hac yapmalarına imkân doğduğu ilk sene (H. 9/M. 631) kendisi hacca gidemeyeceği için Hz. Ebu Bekir’i radiallahu anh hac emiri tayin etmişti. Ertesi yıl Veda Haccı’nda haccı bizzat kendisi idare etti.

Halifeli Günlerde Hac Organizesi

Peygamberimizin aleyhisselam vefatından sonra işbaşına gelen İslam halifeleri de Rasulullah’ın aleyhisselam bu uygulamasını devam ettirerek ya bizzat kendileri gelip haccı idare etmişler ya da hacca katılamayacaklarsa mutlaka bir hac emiri tayin etmişlerdir. Çünkü haccın esas yapısı ve temel esprisi bunu gerekli kılmaktadır. Nitekim hilafet Osmanlı’ya geçtikten sonra hac emirini iki aylık mesafeden, İstanbul’dan halifenin kendisi yollamaktaydı. Ramazan bayramından sonra yola çıkan hac kafilesinin arasında halifenin tayin ettiği hac emiri de bulunmaktaydı ki bu kafileye “Surre Alayı” denilmekteydi. Bugün itibariyle maalesef ne haccın siyasi mefhumları ne de hac emiri yani halife ortada yoktur.
Her yıl milyonlarca insan kafileler halinde “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” diyerek hac için mukaddes topraklara yolculuk etmektedir. Ancak kaç kişi anlatmaya çalıştığımız gibi bir hac yapma inancı ile yola çıkmaktadır? İslam’ın düğümlerinin en önemlisi olan yönetim koparıldıktan sonra diğer ibadetleri de tek tek kopmaktadır. Hac siyasi mefhumlarından arındırıldığından beri kopan düğümlere eklenmiştir. Bununla birlikte mevcut yönetimler ne kadar çaba sarf ederse etsin bu farziyet uygulandığı sürece oralarda haccın cevherini yakalama imkânı vardır. Onun siyasi mefhumlarının idrak edilmesi hacıyı hemen harekete geçirecek ve ilk önce o beldenin mücrim yöneticilerinin kapısını çalacaktır.
Bilinçli Müslümanlar İslam’ın hayata hâkim kılınacağı metodun o topraklardan alındığını idrak ederek fikrî ve siyasi bir çalışma yürütecek ve zalimlere asla boyun eğmeyecektir. “يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ/Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. (Tevbe, 32)

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr