Mayıs 2012 Ahmet BELADA A- A+
A- A+

Hayrettin Karaman

Erzurumlu bir anne-babanın çocuğu olarak 1934 yılında Çorum’da dünyaya gelen, Arapça, Farsça ve Fransızca bilen,  otuzun üzerinde kitabı, sayısız makalesi bulunan Hayrettin Karaman Hocamız: “Arkadaşlar, ben insanların seviyesini sordukları sorudan anlarım… Her aklınıza geleni sormayın, önce araştırın cevabını bulamadığınız meseleleri sorun…” derdi. Hoca, mezuniyet gecemizde gerekli nasihatlerin ardından, “Arkadaşlar! Size bir Şeyh’in verdiği virt gibi üç vazife veriyorum.

1- Kuran’ı bol bol ve anlayarak okuyun,

2- Peygamberimizin hayatını en az yılda bir defa farklı veya aynı kitaptan okuyun, 

3- Bir de şiirle sanatla ilgilenin” demişti.

Çok okuyan ve bizim de okumamızı isteyen Karaman Hoca; “bakınız benim toplu taşıma aracında giderken okuduğum, Fakültede okuduğum, evde ve hatta yatak odasında okuduğum kitap ayrıdır.” derdi.

1980- 84 yılları arasında bu ve buna benzer sayısız nasihat ve bilgisinden istifade ettiğim hocam hakkında, dağarcığımda olanları aktarmaya çalışacağım.

Henüz Marmara İlahiyat Fakültesinde okumaya gelmeden önce, Mehmet Şevket Eygi’nin Bedir Yayınevi’nde çalışıyordum. (Çalışarak okuyordum.) Yayınevimiz Fazilet Kitap Evi’yle de müşterek iş yapardı. Aynı zamanda Mehmet Şevket Eygi Bey de onlarla iyi ilişki içindeydi. Bilmeyenler için ifade edeyim, Fazilet Kitap Evi, Süleyman Hilmi Tunahan Hoca’nın talebelerinin, yani halk arasındaki deyimiyle Süleymancıların Kitap Evi. Bunları söylüyorum, çünkü Süleymancılar, Hayrettin Hocaya İmam Hatip neslinin öncüsü olması münasebetiyle şiddetle karşı idiler. Şevket Eygi de onlar kadar olmasa da kısmen tavırlıdır. Ben de orada çalıştığımdan Hayrettin Hocaya ön yargım vardı. Benimki, sadece buradan mı? Hayır, önceden de “mezhepsiz “  “telfikçi” diye tepkim vardı. Bu duygu anaforu içinde fıkıh dersimize gelen Hayrettin Hocayla karşı karşıyayız…

Geldiği ilk derslerden birinde: “Arkadaşlar; size bir şey diyeyim, memleketinize gittiğinizde ‘Size sorarlar, Hayrettin Karaman dersinize girdi mi?’ diye. Eğer girdi derseniz, bir kısmı: ‘Yazık oldu sana, senin de kafanı karıştırmıştır, bir kısmı da: ‘İyi olmuş, yoksa ilahiyatta okudum deme’, derler.” dedi. Anladım ki kendisiyle barışık olmanın yanı sıra toplumun kendisi hakkında ne düşündüğünü de gayet iyi biliyor.

Talebeliğini yapmış olanlar bilir ki, Hayrettin Hoca o kadar güzel ders anlatır ki, hayran olmamak mümkün değil. Şahsen ben dersin bitmesini istemezdim. Bir taraftan da var olan ön kabullerimi ne zaman izhar veya izale edecek diye de temkin içerisindeyim.

Artık bana düşen gerek dinleyerek, gerekse sorarak ziyadesiyle istifade etmenin yollarını aramalıyım; lakin kafama takılan bir meseleyi de halletmenin yollarını arıyorum. Neydi o mesele? Türkiye’de olduğu kadar bütün İslâm dünyasında da saygı duyulan ve Sahih-i Müslim’in mütercimi olan rahmetli Ahmet Davudoğlu Hoca ile basın yoluyla tartışmaları… 

Nihayet bir gün derste söz isteyerek:  ”Hocam,  Ahmet Davutoğlu Hoca ile İslamî bazı konuları, neden basın yoluyla tartışıyorsunuz da, hoca-talebe çerçevesinde konuşmuyorsunuz?” diye sordum. Beni tebrik etti ve o konuyu genişçe açıkladı... Ben ve sınıftaki arkadaşlarımın hemen hepsi tatmin oldu. Bahsettiğim bu mevzu, (“İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri” isimli kitabının 1. cildinde detaylıca açıklanıyor.)

Şunu ifade etmeliyim ki Hayrettin Karaman Hoca’nın talebesi olmak bir şereftir. Ben de o şerefe nail olanlardanım.

Türkiye’de çok istisna bir yeri vardır. Hayrettin Hoca belki de hakkında pozitif veya negatif en çok konuşulan insanlardan biri. Çok iyi hatırlarım İstanbul Fatih İmam-Hatip Lisesine başladığım 1973 yılından itibaren Hoca bir şekilde hep gündemimdeydi. Hem ders kitabı olarak okuduğumuz eserlerinden, hem de hakkında söylenen ileri- geri sözlerden…

Benim için İlahiyattan önce, İlahiyattan sonra olmak üzere iki Hayrettin Hoca vardır. Sonraki Hoca öncekini “neshetmiştir.” Benim bilmediğim yönlerinin olup olmadığını bilemem, ama gördüğüm o ki bugün dînî anlamda ülkemiz insanının müşkülatını gideren, deyim yerindeyse “otorite” birisidir. İslam’ın cemiyet dini olduğunu gösteren, toplumun içinde bulunan, her türlü konuda yazan ve fikir beyan eden değerli bir âlimdir.

Geçmişte kendisine kızanlar dahi bugün tasvip etmektedir. Her şeyden evvel İslam’ın ve Müslüman’ın mehabetini her durumda ortaya koymaktadır. Birilerinin hatırı ve menfaati için ne kendini, nede dinimizi eğip-bükmedi. İslam’ın en ağdalı konularını dahi herkesin anlayabileceği sadelikte ortaya koydu/koyuyor. Din adına arz-ı endam eden bazı Hocaların nasıl savrulduklarını hep beraber gördük. Hayrettin Hoca ise, özel finans kuruluşlarından tutun da birçok büyük şirketlerin fıkhî danışmanlıklarını yapmaktadır. Bütün buna rağmen kendisine kızanların varlığı da malum, bu da gayet tabi. Zaten herkes severse onda da başka tehlike var demektir.

Bir dönem, arkadaşlarıyla İmam-Hatip neslini bir çatı altında toplamak maksadıyla ve haklarında yapılan suçlamalara (mezhepsiz, reformist, vahhabi…) cevap vermek niyetiyle; 1976 Eylül ile 1980 Eylül tarihleri arasında “NESİL” dergisini çıkardılar. Bir nevi Tecdid kelimesine verdiği anlamda olduğu gibi; ‘İslamı bozmadan, ebedi prensiplerini değiştirmeden korumak, yeni nesillerin anlayacağı kalıplarda sunmak, yaşamak ve yaşatmak (için)…’ gayret etmektedir. (İsmail Kara; Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi; c.3)

Hocanın herkesin istifade edebileceği, hayatın her alanında karşılaşılabilecek muhtelif sorulara cevap verilen/verilebilecek aktif internet sitesinin (www.hayrettinkaraman.net) varlığını da ifade etmeliyim.

Hocama, Yüce Mevla’dan sağlık sıhhat, ömrüne bereket ve kalemine kuvvet diliyorum. 

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr