Mart 2016 İshak OTKAN A- A+
A- A+

Dünü ve Bugünüyle Misak-ı Milli

Misak-ı Milli, Milli And (yemin) manasına gelir. Ahd-i Milli ve Peyman-ı Milli olarak da bilinir. Kurtuluş savaşının esaslarını, hedeflerini belirleyen ve son Osmanlı Meclis-i Mebusan kararları olarak ortaya çıkan bu metin; Amasya Tamimi ve bilhassa da Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararlarla şekillenmiş prensipler bütünüdür.

Bir meclis kararı olan Misak-ı Milli Beyannamesi, Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve böylelikle tarihî şark meselesini sonuçlandırmak isteyen İtilaf devletlerinin Paris Barış Konferansı sürecinde Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir takım kararlar almaya çalıştıkları bir ortamda Türkiye’nin barış şartlarını içeren bir program ve aynı zamanda, İtilaf devletlerine yönelik kuvvetli bir siyasi mesajdır.

Misak-ı Milli Beyannamesi ile ilgili çalışmalar eş zamanlı olarak hem İstanbul’da hem de Ankara’da başlamıştır. İki çalışmanın ortak neticesi olarak 28 Ocak tarihli Misak-ı Milli Beyannamesi ortaya çıkmıştır.
28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan bünyesindeki Müdafa-i Hukuk milletvekilleri tarafından özel bir toplantıda kabul edilen, Felah-ı Vatan grubunun kurulmasından sonra son şekli verilen Misak-ı Milli beyannamesi Meclis-i Mebusan’da 17 Şubat 1920’de oy birliği ile kabul edildi.

İtilaf Devletleri bu durum üzerine 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ettiler. Meclis işgal kuvvetlerince kuşatıldı ve bazı milletvekilleri tutuklandı. Mebusan Meclisi bu gelişmeler üzerine çalışmalarına ara verdi.

Çekilebileceğimiz Son Nokta

Misak-ı Milli, Türk Milleti’nin çekilebileceği son noktayı veyahut yapılabilecek bir barış antlaşması için katlanılabilecek en yüksek fedakârlık sınırını belirtiyordu. Misak-ı Milli Beyannamesi’nin 6 maddesini tek tek ele alalım. Bu altı maddenin ilk üçü sınırlarla ilgili olup bu bölgelerde halk oylamasına gidilmesi istenmektedir. Ama bu bölgelerde hiçbir zaman halk oylaması yapılmamıştır. (Arapların çoğunlukta olduğu yerler, Batı Trakya, Kars, Ardahan, Batum)

1. Arap çoğunluğunun bulunduğu ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı sırada işgal altında bulunan yörelerin geleceği o yörede yaşayan halkın serbest oyuyla tayin olunacaktır.

Musul

Mondros Mütarekesi imzalandığında Türk ordusu hala Musul’daydı. Bu nedenle Musul, Misak-ı Milli sınırları içerisindedir. Ne var ki Lozan’da İngiltere ile Türkiye arasındaki en büyük sıkıntı Musul’un geleceğiydi. İngiltere, Hindistan’a giden yol olması ve Musul petrolleri bakımından Musul konusunda çok sertti. Temsilcileri Lord Curzon birkaç kez Türkiye’ye tehditte bulunmuş ve konferansı terk edeceğini söylemişti. Hâlbuki Lord Curzon’un yeni bir savaşa girme niyeti yoktu. Bu bir blöftü ve nitekim işe yaramıştı. Konu Cemiyet-i Akvam’a bırakılmıştı ve günümüz BM’nin tüm özelliklerini taşıyan Cemiyet asla güçsüzün yanında değildi; haklının yanında da olmadı. Buradan aleyhimize karar çıkma ihtimali belirince Ankara’da 1926’da imzalanan bir antlaşma ile Musul, İngiliz mandası Irak’a bırakılmıştı.

2. Elviye-i Selase olarak adlandırılan Kars, Ardahan ve Batum için halk oylamasına başvurulacaktı. Ama bu oylama gerçekleşmedi. Batum, Moskova Antlaşması ile tekrar Rusya’ya bırakıldı. Karşılığında Rusya’dan silah ve para alınmıştı.

3. Batı Trakya’nın hukuki durumu halkının serbestçe vereceği oylarla belirlenecekti. Bu hüküm Batı Trakya’nın anavatana katılması anlamına gelmekteydi. Fakat bu madde de sonuçsuz kaldı. Lozan’da İnönü Trakya’nın talep edilmesi yerine Yunanistan’dan alınıp Bulgaristan’a verilmesi için çalışmıştı.

4. İstanbul’un ve Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak olmalıdır. Boğazların dünya ticaretine ve ulaşıma açılması hakkında bizimle diğer ilgili devletlerin oy birliğiyle ilgili vereceği karar geçerli olacaktı. Boğazlar konusunda Lozan’da alınan kararlar kesinlikle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına karşı yapılmış bir darbedir. Kendisine ait olan Boğazlar’ı uluslararası bir meclise paylaştırıp her iki yakasını silahsızlandırmak kesinlikle kabul edilemez bir durumdur. Neyse ki bu vahamet 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile bir nebze ortadan kalkmıştır. Ancak Boğazlar’dan geçen gemilerden herhangi bir ücret alamıyoruz. Uçak krizi sonrası ilişkilerimizin çok gergin olduğu Rusya’nın savaş gemisi üzerinde İstanbul’a bazukayı doğrultmuş bir askerle geçiyor ama sadece el sallayabiliyoruz.

5. Azınlıkların haklarına çevre devletlerdeki Müslümanların da aynı haklardan faydalanması şartıyla riayet edileceği vurgulanmıştır. Büyük güçlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmak için defalarca kullandıkları azınlık haklarını Misak-ı Milli’yi hazırlayanlar karşılıklılık ilkesine vurgu yaparak hatırlatıyorlar ve İtilaf devletlerinin elinden önemli bir siyasi kozu almış oluyorlardı.

6. Milli ve ekonomik gelişmeyle çağdaş bir yönetim için bağımsızlık esası kabul ediliyor; diğer yandan kapitülasyonların kaldırılması karşılığında borçların ödeneceği taahhüt ediliyordu. Bu madde Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir ilke niteliği taşımaktaydı. Yeni Türkiye’nin bağımsız kalabilmesi bu maddenin gerçekleşebilmesine bağlıydı. Bu maddenin gereklerini yerine getirme pahasına Misak-ı Milli’de yer alan bazı toprak taleplerinden bile vazgeçilmiştir.

Lozan’da Misak-ı Milli

Misak-ı Milli bize ideal sınırları belirten bir bildiridir. Ancak idealden öteye geçememiştir. Yapılacak bir barış antlaşması için projeksiyon sunan bir bildiri Lozan Antlaşması’na giden heyet tarafından gerektiği önemi görmemiştir. Misak-ı Milli’ye dâhil olup da Lozan’da konuşulmayan konular vardır. Bunlar arasında Batum, Batı Trakya, Ege Adaları, Antakya ve Halep talep edilmemiştir. Misak-ı Milli’de olup da Lozan’da kabul edilen sadece azınlık hakları ve kapitülasyonlarla ilgili maddeler olmuştur.

Lozan Antlaşması’na karşı gerek 1. Meclis ve gerekse 2. Meclis sert eleştirilerde bulundu. Mustafa Kemal, Lozan Antlaşması’nın Misak-ı Milli’ye aykırı olduğunu söyleyenlere karşı şu şekilde cevap veriyordu. “Efendiler; Misak-ı Milli şu hat, bu hat diye hiçbir vakit hudut çizmemiştir; o hududu çizen şey milletin menfaati ve heyet-i celilenin isabetli hazarıdır. Yoksa haritası mevcut bir hudut yoktur.” Oysa üç sene önce Mustafa Kemal mecliste güney sınırı ile ilgili şu beyanda bulunmuştu: “… hudud-ı millimiz İskenderun’un Güney’inden geçer, Doğu’ya doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder; işte hudud-ı millimiz budur.”

Ünlü tarihçi Cemil Koçak’ın ifadesiyle Ankara yönetimi Misak-ı Milli gibi bir efsanenin ardına takılamayacak kadar gerçekçiydi ve gerçekçi bir politik yeteneğe sahipti. Sınırların ve alınabilecek her şeyin güç dengeleri temelinde gerçekleşebileceğini bilecek tecrübeye sahipti. Bunda hiç tereddüt etmedi; eleştirileri göğüsledi. Bundan fazlasını istemek maceraya atılmak ve risk almak anlamına geliyordu. Barışı kazanmak çok daha acil ve mühim bir meseleydi.

Günümüz Türkiye’sinde yaşanan problemlerin en önemlilerini Lozan’da çözüme kavuşturulamamış sorunlar oluşturmaktadır (Adalar, Kıta sahanlığı. Karasuları, Boğazlar, Batı Trakya Türkleri, Musul-Kerkük). Burada şunu demeden geçemiyoruz; acaba Misak-ı Milli Beyannamesi’nin her maddesi Lozan’da tam anlamıyla kabul ettirilseydi yukarıda zikrettiğimiz problemlerden hangisini yaşardık? Ekonomik olarak boğazlardan elde edilen gelirler ve Musul-Kerkük’ten gelen petrol ülkemizi daha da güçlü yapardı. Irak’taki 2-3 milyon Türkmen’in yine Batı Trakya’daki Türklerin uğradıkları zulümler olur muydu? Acaba barışı kazanmak için bu kadar acele etmesek miydik?

Musul ve Kerkük’ün yar altı zenginlikleri bir tarafa oradaki nüfus yapısı da bizim o bölgelere sahip çıkmamız ve oraları kendi haline bırakmamamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Orada yaşayan Türkmenlerin sesine kulak vermeliyiz. Irak ve Suriye’de sınırların değiştiği, kantonların oluşturulduğu, bölgesel, otonom, federal yapıların kurulduğu bir dönemde Türkiye olarak bu durumu çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir.

Iraklı bir Türkmen ağıtında “Irak çok mu Irak?” diyerek şu şekilde sesleniyor:
Öyle ki et ve tırnak misali ayrılmışam,
Süt kuzu yavru gibi Anadolu’dan koparılmışam…
Köpekler hırlamış peşimden, yılanlar tıslamış…
Sahipsiz kalmışam gavim gardaş nerdesen…
Lord planları tayin etmiş kaderimi,
Misak-i milli sınırlar dışına çıkarılmışam…
İtilmişem, kakılmışam, horlanmışam külliyen,
Tekme tokat yerlere yatırılmışam…
Dağ ayılarının önüne atılmışam yaralı,
Çöl develerinin hörgücüne tepe taklak asılmışam…

Misak-ı Milli ve Lozan’ın Karşılaştırılması Hakkında Bir Nükte

Kuşa Benzedin
Hoca yolda bir leylek bulmuş. Almış onu evine götürmüş. Daha önce hiç leylek görmemiş. Leyleğin uzun gagası, bacakları ve kanatları çok tuhafına gitmiş. Tutup bir güzel kesivermiş onları. Sonra da yüksekçe bir yere koymuş. Karşısına geçmiş. Yaptığı işten memnun bir şekilde seslenmiş; “Bak şimdi kuşa benzedin.”

KAYNAKÇA

Mustafa Budak, İdealden Gerçeğe: Misak-ı Milli’den Lozan’a Dış Politika, Küre Yayınları, İstanbul, 2002
Rahmi Doğanay, Misak-ı Milli’ye Göre Lozan, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı 2, s. 281-294, Elazığ, 2001
Cemil Koçak, Misak-ı Milli Sınırları Efsanesi, Star Gazetesi, 20 Mart 2011
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2. Baskı, Çev. Metin Kıratlı, TTK Yayınları, Ankara, 1984
Kadir Mısıroğlu, Lozan Zafer mi Hezimet mi? I, Sebil Yayınevi, İstanbul, 1971

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr